top of page

Döküle gal kelebek!..

  • Yazarın fotoğrafı: murat cengizer
    murat cengizer
  • 13 Oca 2021
  • 4 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 13 Şub 2021

Besi çiftliğinin sığır yüklü kamyonu, kır evinin kuzey cephesindeki mıcırlı yola girince açtım gözlerimi.


Güneş Beydağları'nın üstünde ritmik jimnastiğini tamamlamış olmalı.


Fethiye yönünde kızışıyor.


Ya o danaların gerim gerim bakışları...


Koca kara gözlerindeki "n'oluyoruz"un, çiftlik kapısında koşturan çoban köpeklerinin seslerini nasıl bastırdığını tahmin edebiliyorum.


"Koyunun can, kasabın et derdi" temalı beş saniyelik resmigeçidi izleyip, sonuna dek açıyorum mutfak perdesini.


Sonra diğerini, bir diğerini daha...


Hoşlanmıyorum perdeden.


İnsanın buzları kırabilen ruhuna, dışa açılma refleksine karşı bir meydan okuma gibi hissediyorum o üç metrelik kumaşları.



ree


Rengarenk belki ama dışa kapalı.


Bembeyaz...Ama elma dallarının gerisinde fazla yabani...


Ayrıca sokak, perde mevzusu üzerinden sadece röntgenle açıklandığında konu hemen kapanıyor.


Fena halde kıça benzetiyorlar, "açıkta kalmış, kapat" diyorlar.


Onaylayıp, kapamıyorum yine de.


"Günaydın Elmalı!.."



ree


***


"Atlıkarıncaya binmiş bir çocuğun neden her dönüşte anne babasına el salladığını, anne babanın da ona neden her defasında karşılık verdiğini anlamadıkça, insan tabiatını anlamamışsın demektir."


Amerikan basınında mistisizm üzerine kalem oynatan Bill Tammeus açmış perdeleri.


Rustikte devinen keten perdenin son halkasında benim karşılaştığım ise bir yayla kelebeği.


Dağınık tabiatı bizden farklı değil ayrıca.


Fona Elmalı dağını yerleştirmiş, lavanta deposunu yamacına almış, organik örtülerini üstüne çekmiş, zayıf sinekliği de gece boyu döşek yapmış kendine.


Afili havasını bozabilecek en ufak bir canlıya yer açmamış çevresinde.


Parmaklarımı gezdiriyorum kılcal ayaklarının altında. Hissetmiyor, tepki vermiyor.


Kafası tütsülü...


Oh, ne hayat!


Bütün yükü tırtıla taşıt, şimdi gel emekliliğin meraklı tadını çıkar o sineklikte.


ree

***


Bahçe kapısından çıkarken gözüm Co'yu arıyor.


Bahçeyi mesken tutan savruk çoban köpeği, son günlerde ortalarda görünmüyor.


Muhtemelen yokluğumuzda, yakın bir yörük bahçesinde iki iyi pişmiş tavuk kemiğine değişti bizi.


Fethiye yolu üzerinden Beydeğirmeni'ne doğru tırmanırken kendisi aklımdan uçup gidiyor çünkü sahnede rol çalan birilerini görüyorum:


Dağ keçileri...



ree


ree

Fazla rahat görünmelerine aldanmayın.


O kadar tasasız değiller.


Saklıkent kırsalında birinin yüksek bir kayanın üstüne yerleşip, benden saatlerce bakışlarını ayırmadığını hatırlıyorum. İnsanın kendini sorgulayası geliyor o dik bakışlarda.


Finike yolunda Aykırtça çeşmelerinin başında serinlerken, kayaların gerisinde koşturan yaban keçileriyse fazla huylu...İnsanın huzurlusuna bile güveni yok.


Haksızlar mı?


Her türlü ibadette hep isteyen hep isteyen, bütün suçu kendisi dışında arayan bir sisteme neden güvensin? Kilisede, camide, havrada "Hep bana, hep bana..." diyen bazı dudaklar, "bizi kötülükten koru" cümlesini öğelerine ayırmayı pek seviyor.


Güncellesene o duayı...


"Minnetle geldim, sade bir teşekkürle ayrılıyorum huzurundan" desene.


"Hiç bir şey istemiyorum, sadece beni benden koru...Yarattığını, içimde dinmek bilmeyen kemirgen ihtiraslarımdan, her an yan yatabilen iyi niyetimden koru!" diyebilsene.


İşin her asırda ıskalanan püf noktası orada çünkü.


Senin sana saplanışının karşılığı, ormanda "keçi niye kaçtı ki" oluyor.


Sen içindeki batıktan çıkabilsen, dağ keçisi ne diye huysuzca kayadan kayaya atlasın?


"Döşek" istemişsin, "ekmek, koltuk, güç" istemişsin. Yetmemiş, "şeker, daha fazla sikke" demişsin.


Nefesi tükenen bile daha fazlasını istemiş. Talepkarlıkları pazar, kervan eritmiş.


Hayvan kayadan kayaya sıçrıyor. İnsanın yeten nefesinin neleri yakacağının farkında...


O yüzden başka gemide!..


Nihai sıçramayla arkada Likya'nın antik kenti Arykanda'ya doğru gözden kayboluyor.



ree

***


Bidault 1941'de yaşayarak söylemiş olmalı.


Hitler'in panzerlerine karşı esaret altındaki Fransa'da yeraltı basınını örgütleyen direnişçi:


"Özgürlük" demiş, "sabah 7'de zil çalınca gelenin Gestapo değil, sütçü olduğunu bilmektir."


Sütçüsünü gülümseyerek bekleyen insanlara bayılıyorum.


Çarşıda bir anda karşında beliriyor, üst donlu teyzelerin soğanın artan fiyatına takılı kaldığı pazar ekonomisinde Topdağı'nın tepesindeki renk farkından bahsediyor mesela.


"Turuncuydu, pembeleşme var" diyor, "kar geliyor!.. "


Yığının içinde gökyüzüne okuma yapan naif insanlardan.


Arada belediyenin dedikodusunu yapacak tabii.


Bunu da seviyorum.


***


Anadolu'da küçük yerde yaşamanın en sevimli güç ünitesi dedi-kodu!..


Bir Düsseldorf'lu için Ren kıyısında bisiklet, bir Malmö'lü için kuzey soğuğuna rağmen sabah koşusu neyse Anadolu'da çekiştirme o...


Lokal rutin... Bir minnoş mırıldanması... Kendine has yerel ağız yogası...


"N'öriyon voynnn!"la başladı mı çıkar tadını. Çünkü muhabbetin önü arkası artık açık uçlu...


Bakırcının savruk oğlundan, şişçinin baharatlı etine, kuşçunun sattığı kafesin yetersiz endamından "hanım kızımız"ın değişen tavırlarına dek uzanan muazzam bir Anadolu manzumesi...


Bir Teke absürt komedisi...



ree

ree

***


Leblebicilik'teyim şimdi, Elmalı Bakırcılar Çarşısı'nda...


Çıtır Simit'te Ali'nin sosyalleşemeyen kaçak kalfalarından dert yanarken hazırladığı pekmezli simidini yiyorum önce, yanına bordo iki çay...


Öğleye doğru geçiyorum o tarafa.


Hislerini yanına alıp çarşının içinden geçersen Rumeli'desin.


Youtube'un Batı arşivlerinden, özellikle Avusturya'dan devşirdiği 1910 Türkiye'si kayıtlarında yerini alıyorsun bir an. Ege'nin öte yakasında bir Atina çarşısına, Girit'ten Teke yarımadasına açılan bir atriuma çıkıyor gibisin.


Bakırcılar Çarşısı, Ağalar yokuşu, Beyhamamı, Ömer Paşa, İplik Pazarı, Vahib-i Ümmi tepesi ve Elmalılı Hamdi'nin evi, Kahramanmaraş-Bosna hattında tanık olduğun o naif ahşap mimarinin Toroslar'ın zirvesindeki izdüşümü...



ree



ree

Çarşıya gelince...


Kavruk kuru kahve kokusu, rengi solmuş mermer hayratları, koşuşan delişmen veletleri, petibör arası güllü lokum sandviçleri, yarı atarlı ama neşeli Şeldo'su, sonu salaş bir şişçi dükkanına çıkan bakır cezve dolu Likya kokulu sokağı, çörek helvası, leblebisi, Bey Hamamı'ndan çıkanın çarşıya hemen göbeğinden indiği geniş merdiven...


Modern kervansaray olmalı burası.


Yetmiyor; çarşı, arkasındaki tepeye köy pazarını da iliştiriyor pazartesi günleri.



ree

***

Ahşap dükkanların ve berber Namık'ın önünden meydana doğru salınırken bir Kocapınar'lı çıkıyor karşıma.


79 model Renault 12'sini cami kaldırımının hemen yanına çekmiş. Tıknaz endamı, aklaşmış saçları ve gelene geçene içten yanmalı merakıyla yaklaşıyor eczanenin önünde.


"Nasılsın, abi" dememle o kendine yeten şivenin, Teke ağzının tadından yenmiyor: "Endee gocağarıyı bazara saldım!"


Traktörün başında mısın, "Kakdır gari" diyor, "hora gedem, böyün motur döküle galsın" diyor. "Yerçekesice"ler, "yabana geddi voyn"lar havada uçuşuyor. "Çeki demirini n'apalım" diye soruyorum, "olmaavırı, bırak hindi o götlüğü" diyor. Ahlaksızlık almış başını gitmiş; gülüyorum.


Kendine has belagatiyle, bazen dokunaklı retoriğiyle muazzam bir yayla müziği bu...Yörük göçü neyse, Elmalı'nın yöresel ağzı o...


Aktivist öğretmen Rukeyser'in, "Evren öykülerden meydana gelir, atomlardan değil!.." sözünün hakkını veriyor bu kültür.


Duyduklarımla evin bahçesindeyim.


Co heyecan yapıyor dev patisini kaldırarak.


Kapıyı açıyorum.


Kelebek aklıma düşüyor bir an. Pencereye ilişiyorum.


Çelebi uçmuş, yeni talihine...



ree








Yorumlar


Abonelik Formu

Gönderdiğiniz için teşekkür ederiz!

Finike Cad. Elmalı ANTALYA 07700

©2019 by SADE KAHVE. Proudly created with Wix.com

bottom of page