Oblomov... Taşradan miskin kaçış
- murat cengizer

- 31 Mar 2023
- 5 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 2 Eki
Rusya’da bir toplantı sırasında Lenin dayanamaz.
“Moskova” der, “Üç devrim geçirdi, ama gene de Oblomov’lar kaldı, çünkü Oblomov’lar yalnız derebeyler ve köylüler arasında değil; işçiler, komünistler arasında da var. Komisyonlarda nasıl çalıştığımıza bakarsanız Oblomov’ların hala aramızda olduğunu görürsünüz.”
***
Kim bu Oblomov? Köleliğin kaldırılmasına üç yıl kala onu anlatan roman tüm Rusya'da neden bir anda bomba gibi patladı?
Gonçarov’un kahramanı yataktan çıkamayan sıradan bir tembel mi, yoksa feodal sistemle haklı meselesi olan yalnız bir kurt mu?

Gerçek adı İlya İlyiç Oblomov…
19.yüzyılda yaşar. Toprak sahibi soylu bir aileden gelir.
Annesinin hayallerinde Rus Çarı'dır ama gerçekte küçük bir köy baronu bile olamaz.
Dünyayı yataktan yönetir. Zahar gibi emrine amade hizmetçisi vardır. Onu çağırmadan yatamaz, saçını tarayamaz, yemek yiyemez. Çocukluğunda suyunu bile dadılar getirmiştir.
İşten kaçmak istemez ama sorunu iş bulamamak, bulsa da istifaya hazırlanmaktır.
Yarım kalmış adamdır Oblomov.
Geçmişe ait pişmanlıkları kendine iğne gibi batsa da kafasında suçu yükleyecek birileri her daim bulunur.
İçinde işlenmemiş tonlarca yetenek de vardır, bazen buna takar gergin kafasını.
Dışarıyla bağlantısı azaldıkça her şeyden ürkmeye başlar. Dört duvar arasında günlerce oturmak, durduğu yerde yemek üstüne yemek yemek Oblomov klasiğidir.
İlginçtir; bu daralmalarda kitapları karıştırmak da istemez. “Köylüler okumadıkları için kafaları daha mutlu…” der.
***
Rusya’nın uzak çiftliklerinden Oblomovka’da mesleksizlerin arasında büyümüştür.
Etrafında hali vakti yerinde kadın erkek onlarca kişi vardır. Midelerinin beyinlerinden daha iyi işlediğini düşünür, "hazırcı bunlar" der durur. Onlarla 25 yılı geçmiştir.
Yüzünde düşünmenin çizgileri yoktur, kaygı duyar mı o da pek anlaşılmaz. Kolay karar veremez, sıkıya gelemez. Rahatçadır, rahat anların adamı...
Odasında duvar saatinin tik-tak sesleriyle sevişir, saatlerce badanasız duvarı izleme yeteneği vardır. İçinde zaman zaman bir kavga da olur, zihin uykudadır.
Hayata mücadele etmek için değil, onu izlemek için gelmiş gibidir. Er meydanında pehlivan olmak yerine meydanı ıssız bir köşeden izlemeyi tercih eden bir sakin tribün adamıdır.
Asil heyecanları da yok değildir. Dünyayı taze düşünceleriyle izleyen Olga’ya tutulur. Endişeyle, sorgulamalarla ortaya karışık bir aşk menüsü ister.
Olga’nın hayal gücünü yatıştırmak, gururunu okşamak Oblomov için sekiz beş mesaisi yapmaya bedel… Ama çeker kendine kadını, aşık eder, deli eder.
Genç kadın ileride, “Ben olan bir Oblomov'u değil, olacak bir Oblomov'u sevdim” diyecektir ama "olacak Oblomov" ölü doğumdur.
***
Etrafındakileri kasırgalı hayatlarla ören kader bir ona dokunmaz. Tabiat ana cömertlikte reyini her nedense Oblomov’dan yana kullanır.
Kendisini sarmalayan sıra dışı aurası da evden çıkmaz. Buna rağmen hayatın kıyısında dolanmayı sever, biraz da insanın anlaşılmayan garip ruhsal açılarını yakalamayı...
Mutluluk arayışındaki insanın kendi devrelerini yakan düşüncelerini fark eder, tutkunun aslen insanın basına bela olduğunu düşünür. Etrafındaki yığınları savaştan yaralı ayrılan yorgun süvarilere benzetir. “Tatminsiz ve murada eremeyenler” der onlara.
Kendi sahnesinde sadece miskini oynamaz. Perde aralanır aralanmaz hayatın sillesini yiyen de odur; kalbi uyuşan, yaşama sevincini yitiren de…
Onda vefalı yüreği hisseden Olga ara ara ateşleyici uyarılarda bulunur. "Ben mutlu insanları bilirim. Ruhlarından hayat ve hareket taşar" der. Tabii bunu Oblomov gibi bir yatalağa söylediğinin fakında değildir.
Saf bir kız değildir aslında Olga. Gözleri parlarken bile bir orta oyuncudur.
Biraz gurur, fazlasıyla da öfkenin tanrıçası... Kurnazlığı sevmez, bayağı görür. “O, dar kafalıların işi” diye konuşur, “zekası eksik işleyen, günlük meseleleri kurnazlıkla çözmeye çalışır” der.
Bir gün Oblomov’un “Mutlu olmama neden yok” cümlesine sitem eder: “Ortaya çık biraz, insanlarla daha fazla düşüp kalk. Gayen yaşamak olsun…” der.

Adamın hayatındaki anti-depresandır.
Yataktan çıkmayan, hizmetçisi Zahar’a emirler yağdıran adam harekete geçer. Sabah akşam Olga’yladir, onun için çiçek hazırlar, kitaplar okur, tepelere çıkar, göle iner, ter atar.
Uzun hırkasını yalnız omuzlarından değil, bezgin ruhundan da atıyor gibidir.
Hırkasız, Zahar’sız yaşamak, herkesin bindiği vapura binmek, tren camından salınmak ister.
Ama hırkayı değil, ilişki durumunu değiştirir. Olga’yla yolları ayrılır.
İlişkiye yetemeyen Oblomov'un gücü yine harekete söker:
Bir gün işini gücünü sorgulayan dostu Ştoltz’a, “Aslında bitişim ilk işimde, evrak başında oturduğum zaman başladı” cevabını verir. Manifestosudur bu konuşma, devam eder:
“Herkes benim hayalimdeki hayat için uğraşmıyor mu? Bütün koşmalarınız, tutkularınız, ticaretleriniz ve siyasetleriniz hep sonunda kaybolmuş cenneti bulmak için değil mi?”
Alman asıllı dost kuru kuru bakar Oblomov’a. Kontrolü yitirmeyen, güçlü ama bayağı bir adamdır Ştoltz. Oblomov’u belki kış uykusundan uyandıran tek kişidir. Mülk yönetiminden anlamayan dostunu dolandırıcıların elinden o kurtarmış, Olga’yla da o tanıştırmıştır.
Ama hayatın garip tecellisi…Olga’yı Oblomov’un hayatına sokan Ştoltz, yıllar sonra aynı Olga’nın kollarında bulur kendini. Kadınları hep uzaktan seven, tutkuya dönüştürmekten ısrarla kaçınan adam Oblomov’un eski aşkını 'yakından' sevmiştir.
Evlenirler!

Oblomov ile Ştolz aslında iki ayrı hikaye karakteri...
Bizimkisi bütün varlığıyla tek kişilik isyan hareketi... Odasının dışındaki hayatın ayrımına varmayan... Ştolz ise kontrol adamı...Olanı biteni iyi hava-kötü hava diye ikiye ayıran...
Mesele Ştolz ıstırabının nedenini başkalarında değil, kendinde arar. Oblomov nedenini bile düşünmez, Zahar’a saydırmakla meşguldür.
Ştolz sevinçleri yoldan çiçek toplar gibi elde eder. Zevkin dibine dibine vurmaktan kaçınır. Oblomov insandan kaçmayı yeğler. Girdiği kalabalıklarda bir taşra röntgeni çeker:
“Bu adamların bir arkadaşları başarı kazansa betleri benizleri atıyor hemen. Bir tekinde bile berrak bakış yok, temiz bir gülüş, fikir yok, duygu ifadesi hiç yok. Madem böyle, niçin buluşuyorlar? Ayrıca her şeye karşı da taşralı merakları var. Anlaşılan, orta halli bir yol seçmek işlerine gelmiyor bu adamların.”
***
İlginç bir çocukluk hikayesidir ayrıca.
Çeyrek asır yaşadığı çiftlikte her şey kendi adına konuşulup düşünülmüştür. Kararlar da onun adına alınır.
Küçüklüğünde istediği şey de fazla değildir. Parıldayan arpa tarlalarından biraz kayın ormanına doğru salınmak, biraz da bayırdan aşağı yuvarlanmak...
Ama izin verilmez.
Bir gün kartopu oynamak için evden kaçar. Soğuk yüzünü kamçılar, kırağı kulaklarını yakar, ama yüreği sevinç içindedir. Yüzüne kartopu çarpınca acının hazzını yaşar, gözleri kahkahayla yaşarır.
Uşaklar, hizmetçiler, köpekler onu buluna kadar kasabayı talan eder. Bulununca ev halkı hemen başına üşüşür, istavrozlar çıkarır, Tanrı'ya şükreder, çocuk nane ruhuyla ıhlamurun içine gömülür. Üç gün yataktan çıkarılmaz.
Küçük Oblomov’a iyi gelecek tek şey yeniden kartopu oynamaktır. Ama anne, baba ve üç kontrol hastası teyze anlamaz, çocuğun başında atom parçalar. İlginç ev ikliminin ortasına ortasına doğmuştur bizim Oblomov.

Gariptir, konakta bir misafir üç kez ısrar edilmeden hiçbir şeyi kabul edemez, “içki mi teklif edildi” önce “hayır” denir.
Ev halkı için yüzlerce ruble harcamak intihar, pazar alışverişinin karşılığı da homurdanmaktır. Homur homur, bıdır bıdır bıdır…
Oturan boğalar para harcamayacak, köyden devşirilmiş beslemelere kaba buyurganlıkla emirler verilecek, salondaki lekeli divana 1 asır katlanılacaktır. Evde can sıkkınlığı bulaşa bulaşa bütün odalara sıçrar.
Çiftlikte zihinlere öyle derin fikirlerin uğradığı da pek görülmez. "Baba-oğul-kutsal ruh" herkese yeter.
Arpa tarlalarının ortasında sıra dışı olay denebilecek sadece üç şey vardır: doğum, evlenme ,ölüm…
Derebeyi halkı bu koşuşturmada sırasıyla anneden, gelinden ya da merhumdan sürekli rol çalar.
Aşk mı?
Oblomov’un yaşadığı çiftlikte aşk…
Taşkın duygudur; vakitsiz kırışıklık, kemirgen ruh bunalımıdır. Hemen nefret edilmelidir.
Evde şeytan çarpmasına, eski zaman masallarına, zombilere bile inanılır ama aşka, yeni hayat arayışına asla inanılmaz.
Değişen zaman artık sert ve nettir. Avrupa politiğinin hatlarını belirleyen Rusya, eski düzenin tabutunu kaldırmaya hazırlandığı için bu gerçek, feodallere bildiğini okur.
Çıkış noktası da budur Oblomov’un. Bu iklimde cepten yemiş, her şey onun adına düşünülmüş, sonra St.Petersburg’a yerleşince 12 yıl yataktan akıntıya bırakmıştır kendini.
Avrupa’da 1800’lü yıllar, Napolyon ordusunu durdurup, batının siyasi tasarımını belirleyen Ruslar’ın yüzyılıdır. Eski Rusya ile yenisi arasında türbülansta kalan Oblomov ne soylu geçmişiyle barışabilir, ne de değişen Rus yüzyılına alışabilir.
Oblomovluk işte bu dönemin icadıdır.
Bu durumda o sıradan bir tembel mi, yoksa kaçak mı? Nietzsche’nin söylemiyle, hasta insanın kaçışı mı, yoksa hastalıktan kaçış mı?
Dedikodusuz yapamayan Zahar’a bi' seslenin, belki anlatır!








Yorumlar