Oblomov: Taşradan miskin kaçış...
- murat cengizer
- 31 Mar 2023
- 5 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 4 Ara 2024
Rusya’da bir toplantı sırasında Lenin dayanamaz.
“Moskova” der, “Üç devrim geçirdi, ama gene de Oblomov’lar kaldı, çünkü Oblomov’lar yalnız derebeyler ve köylüler arasında değil; işçiler, komünistler arasında da var. Komisyonlarda nasıl çalıştığımıza bakarsanız Oblomov’ların hala aramızda olduğunu görürsünüz.”
***
Kim bu Oblomov? 1857’de köleliğin kaldırılmasına üç yıl kala onu anlatan roman tüm Rusya’da neden bir anda bomba gibi patladı?
Gonçarov’un kahramanı yataktan çıkamayan bir tembel mi, yoksa feodal sisteme meydan okuyan yalnız bir kurt mu?

Gerçek adı İlya İlyiç Oblomov…
19.yüzyılda yaşar. Toprak sahibi soylu bir aileden gelir.
Annesinin hayallerinde Rus Çarı'dır ama gerçekte küçük bir köy baronu bile olamaz.
Dünyayı yataktan yönetir. Zahar gibi emrine amade hizmetçileri vardır. Onu çağırmadan yatamaz, saçını tarayamaz, yemek yiyemez. Çocukluğunda suyunu bile dadılar getirmiştir.
İşten kaçmak istemez ama sorunu iş bulamamak, bulsa da istifaya hazırlanmaktır.
Yarım kalmış adamdır Oblomov.
Geçmişe ait pişmanlıkları iğne gibi batar kendine. Kafasında suçu yükleyecek birileri her daim bulunur.
İçinde işlenmemiş tonlarca yetenek de vardır. Bazen buna takar kafayı.
Dışarıyla bağlantısı azaldıkça her şeyden ürkmeye başlar. Dört duvar arasında günlerce oturmak, durduğu yerde yemek üstüne yemek yemek Oblomov klasiğidir.
İlginçtir; bu daralmalarda kitapları karıştırmak, yazmak istemez. “Köylüler okumadıkları için kafaları daha mutlu…” der.
***
Rusya’nın uzak çiftliklerinden Oblomovka’da mesleksizlerin arasında büyümüştür.
Etrafında hali vakti yerinde kadın-erkek onlarca kişi vardır. Mideleri beyinlerinden daha iyi işler bu hazırcıların. 25 yıl onlarla birlikte yaşar.
Yüzünde düşünmenin çizgileri yoktur, kaygı duyar mı onu da anlamazsınız. Kolay karar veremez, sıkıya gelemez. Rahat anların adamıdır.
Odasında duvar saatinin tik-tak sesleriyle sevişir, saatlerce badanasız duvarı izleme potansiyeli vardır. İçinde zaman zaman bir kavga da olur ama zihni uykudadır.
Hayata mücadele etmek için değil, onu izlemek için gelmiştir. Er meydanındaki pehlivan değil, aksine meydanı ıssız bir kenardan izleyen tribün adamıdır.
Asil heyecanları da yok değil tabii. Dünyayı taze düşünceleriyle izleyen Olga’ya bir anda aşık olur. Endişeyle sorgulamalarla ortaya karışık bir aşk menüsü söyler.
Olga’nın hayal gücünü yatıştırmak, gururunu okşamak Oblomov için sekiz beş mesaisi yapmaya bedel… Olga’yı çeker kendine. Aşık eder, deli eder.
Genç kadın ileride, “Ben olan bir Oblomov'u değil, olacak bir Oblomov'u sevdim” diyecektir ama "olacak Oblomov" ölü doğumdur.
Oblomovkalı beyimiz için aşk sıtmaya tutulmak demek… Aşk adamı olamasa da nişanlısı olur Olga’nın.
***
Etrafındakileri kasırgalı hayatlarla ören kader bir ona dokunmaz. Tabiat ana cömertlikte reyini Oblomov’dan yana kullanmıştır.
Kendisini sarmalayan sıra dışı bir aurası vardır evden çıkmayan adamın. Buna rağmen hayatın kıyısında dolanmayı, insanın anlaşılmayan garip ruhsal açılarını yakalamayı sever
Mutluluk arayışındaki insanın kendi devrelerini yakan düşüncelerini fark eder, tutkunun aslen insanın basına bela bir kemirgen olduğunu düşünür. Etrafındaki yığınları savaştan yaralı ayrılan yorgun süvarilere benzetir. “Tatminsiz ve murada eremeyenler” der onlara
Kendi sahnesindedir Oblomov ama sadece miskini oynamaz. Hayatın sillesini yiyeni de oynar, kalbi uyuşanı, yaşama sevincini yitireni de…
Sahteleşmeyi pek beceremez. Vefalı yüreği Rus pazarlarında bile konuşulur. Olga da hiçbir erkeğin gözünde göremediği şefkati onda görür.
Olga, "Ben mutlu insanları bilirim. Ruhlarından hayat ve hareket taşar" der, tabii bunu Oblomov gibi bir yatalağa söylediğinin fakında değildir.
Saf bir kız değildir Olga. Gözlerinin içi parlarken bir orta oyuncudur bazen.
Biraz gurur, fazlasıyla da öfkenin tanrıçası... Kurnazlığı sevmez, bayağı görür. “O, dar kafalıların işi” der, “zekası eksik işleyen, günlük meseleleri kurnazlıkla çözmeye çalışır” der.
Bir gün Oblomov’un, “Mutlu olmama neden yok” cümlesine sitem eder: “Ortaya çık biraz Oblomov, insanlarla daha fazla düşüp kalk. Gayen yaşamak olsun…” der.

Oblomov’un hayatındaki anti-depresandır.
Yataktan çıkmayan, hizmetçisi Zahar’a emirler yağdıran adam, sabah akşam Olga’yladir, onun için çiçekler hazırlar, kitaplar okur, tepelere çıkar, göle iner, ter atar
Bazen uzun hırkasını yalnız omuzlarından değil, bezgin ruhundan da atmak ister.
Hırkasız, Zahar’sız yasamak, herkesin gittiği yere gidip bindiği vapura binmek, tren camından salınmak ister.
Ama o, hırkayı değil, ilişki durumunu değiştirir. Olga’yla yolları ayrılır.
İlişkiye yetemeyen Oblomov şimdi gergin bir nihilist kıvamına gelmiştir:
Bir gün işini gücünü sorgulayan dostu Ştoltz’a: “Aslında bitişim ilk işimde, evrak başında oturduğum zaman başladı” cevabını verir. Manifesto gibidir bu konuşma, devam eder:
“Sanki herkes benim hayalimdeki hayat için uğraşmıyor mu? Sizin bütün koşmalarınız, tutkularınız, ticaretleriniz ve siyasetleriniz, hep sonunda kaybolmuş cenneti bulmak için değil mi?”
Alman asıllı dostu kuru kuru bakar Oblomov’a. Kontrolü yitirmeyen, güçlü ama bayağı bir adamdır Ştoltz…Oblomov’u kış uykusundan uyandıran tek kişidir. Mülk yönetiminden anlamayan dostunu Tarantayev gibi dolandırıcıların elinden o kurtarmış, Olga’yla da o tanıştırmıştır.
Ama hayatın garip tecellisi…Olga’yı Oblomov’un hayatına sokan Ştoltz, yıllar sonra aynı Olga’nın kollarındadır. Kadınları hep uzaktan seven, tutkuya dönüştürmekten kaçınan adam, Oblomov’un eski aşkını yakından sevmiştir. Evlenirler!

Oblomov ile Ştolz aslında iki ayrı hikaye karakteri...
Bizimkisi, bütün varlığıyla tek kişilik isyan hareketi... Odasının dışındaki hayatı tınmaz. Ştolz ise kontrol adamı...Olanı biteni iyi hava-kötü hava diye ayırır
Ştolz, ıstırabının nedenini başkalarında değil, kendinde arar. Oblomov nedenini bile düşünmez, Zahar’a saydırmakla meşgul olur.
Ştolz, sevinçleri yoldan çiçek toplar gibi koparır. Zevkin dibine dibine vurmaktan kaçınır. Oblomov insanlardan kaçmayı yeğler. Girdiği kalabalıklarda bir taşra röntgeni çeker:
“Bu adamların bir arkadaşları başarı kazansa betleri benizleri atıyor hemen. Bir tekinde bile berrak bakış yok, temiz bir gülüş, fikir yok, duygu ifadesi yok. Madem böyle niçin buluşuyorlar. Her şeye karşı taşralı merakları var. Orta halli bir yol seçmek işlerine gelmiyor bu adamların.”
Oblomov evin dışındaki yaşam fakirliğini böyle görür.
***
İlginç bir çocukluk hikayesidir ayrıca.
Çeyrek asır yaşadığı çiftlikte her şey kendi adına konuşulup düşünülmüştür. Onun adına kararlar alınır.
Küçüklüğünde istediği şey de fazla değildir. Parıldayan arpa tarlalarından biraz kayın ormanına doğru salınmak, biraz da bayırdan aşağı yuvarlanmak...
Ama izin verilmez.
Bir gün kartopu oynamak için evden kaçar. Soğuk yüzünü kamçılar, kırağı kulaklarını yakar, ama yüreği sevinç içindedir. Yüzüne kartopu çarpınca acının hazzını yaşar, gözleri kahkahayla yaşarır.
Uşaklar, hizmetçiler, köpekler onu buluna kadar kasabayı talan eder. Bulununca ev halkı hemen başına üşüşür, istavrozlar çıkarır, Tanrı'ya şükreder, çocuk nane ruhuyla ıhlamurun içine gömülür. Üç gün yataktan çıkarılmaz.
Küçük Oblomov’a iyi gelecek tek şey yeniden kartopu oynamaktır. Ama anne, baba ve üç teyze anlamaz, çocuğun başında atom parçalar. İlginç ev ikliminin ortasına ortasına doğmuştur Oblomov.

Mesela konakta bir misafir üç kez ısrar edilmeden hiçbir şeyi kabul edemez, “içki mi teklif edildi” önce “hayır” denir.
Ev halkı için yüzlerce ruble harcamak intihar, pazar alışverişinin karşılığı da homurdanmaktır. Homur homur, bıdır bıdır bıdır…
Oturan boğalar para harcamayacak, köyden devşirilmiş beslemelere kaba buyurganlıkla emirler verilecek, salondaki lekeli divana 1 asır katlanılacaktır. Evde can sıkkınlığı bulaşa bulaşa bütün odalara sıçrar.
Çiftlikte zihinlere öyle derin fikirlerin uğradığı da pek görülmez. "Baba-oğul-kutsal ruh" herkese yeter. Arpa tarlalarının ortasında sıra dışı olay denebilecek sadece üç şey vardır: doğum, evlenme ,ölüm… Derebeyi halkı bu koşuşturmada sırasıyla anneden, gelinden ya da merhumdan sürekli rol çalar.
Aşk mı?
Oblomov’un yaşadığı çiftlikte aşk…
Taşkın duygudur; vakitsiz kırışıklık, kemirgen ruh bunalımıdır. Hemen nefret edilmelidir.
Evde şeytan çarpmasına, eski zaman masallarına, zombilere bile inanılır ama aşka, yeni hayat arayışına asla inanılmaz.
Ama değişen zaman artık sert ve nettir. Avrupa politiğinin hatlarını belirleyen Rusya, eski düzenin tabutunu kaldırmaya hazırlandığı için bu gerçek, feodallere bildiğini okur.
Çıkış noktası da budur Oblomov’un. Bu iklimde cepten yemiş, her şey onun adına düşünülmüş, sonra St.Petersburg’a yerleşince 12 yıl yataktan akıntıya bırakmıştır kendini.
Avrupa’da 1800’lü yıllar, Napolyon ordusunu durdurup, batınin siyasi tasarımında yerini alan, Ruslar’ın yüzyılıdır. Eski Rusya ile yenisi arasında, türbülansta kalan Oblomov ne soylu geçmişiyle barışabilmiş, ne de değişen Rus yüzyılına alışabilmiştir.
Oblomovluk işte bu dönemin icadıdır.
Bu durumda o bir tembel mi, yoksa kaçak mı? Nietzsche’nin söylemiyle, hasta insanın kaçışı mı, yoksa hastalıktan kaçış mı?
Dedikodusuz yapamayan Zahar’a seslenin, bir bir anlatsın!
Comments