Anadolu'da çarmıh hazır... Peki İsa?
- murat cengizer
- 29 Eyl 2024
- 5 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 7 Ara 2024
"Ağa, ilaç niyetine yuvarlanan rakı, doğulu uşak, köy meydanı, kırbaç, türkü, reaya, şefkat dolu yürek, fes, sarık, nargile, kasket, kahvehanede gevezelik, Kemal Paşa heykeli, kalpak, diş çeken berber, Türk kahvesi, sönen çubuk, Trabzon, tarçınlı pilav, seyyar satıcı, saygıyla ayağa kalkan köylü, divan, bağdaş, iri yüzük, çuhadan yapılmış şalvar... "

Kazancakis, "Yeniden Çarmıha Gerilen İsa"sında Rumlar'ı anlatırken henüz ilk sayfalara bizden çok şey katıyor.
Yer, Anadolu'da kendi halinde yaşayan Rum köyü Likovrisi... Osmanlı-Bizans yaşam kültürünün bütün ortak reflekslerine hakim…Kim Rum kim Türk, hangi yemek bizden hangi döşek beriden; her şey iç içe geçiyor.
Devir zaten pek hassas... Kurtuluş Savaşı günlerimiz...Biz Yunan ordusunun üzerine 10 ay süren taarruz stratejisiyle çökmeye başlamışız, Trikupis’in askerleri de Afyon üzerinden gerisin geri dönüşe geçmiş.
Savaş bozgunu yaşayan bir grup Yunan’ın, önlerine Papaz Fotis'i katıp sığındıkları köyün adı işte o Likovrisi...
Zaten ne oluyorsa bundan sonra oluyor, meydan karışıyor. Gelenlere “başka kapıya” deniliyor, grup Sarakina dağının sarp yamaçlarına sürülüyor. Ama kekik kokulu bu yamaçta bitmiyor işte hesap...
Köyde Türk-Yunan savaşının yerini yerleşik Rumlar ile itilenlerinin, mevzi kaybetmek istemeyen bir Papaz ile aç ve evsiz olanının çatışması alıyor. Ahali bizim savaşı bile unutuyor.
Anadolu yayla yaşantısının izlerinin şappadak düştüğü köye tüm hoyratlığıyla önce bir Türk Ağa yerleşiyor. Çevresine nefret kusan gaddar Ağa... Gözünde her köylü kendisine yün, et ve süt veren Karaman koyunu...
Otlattığı köyde kokuşmuş nargilesi her daim elinde...Çubuğunu tüttürdüğü anlarda içine düştüğü ‘oğlan’ı Yusufaki rakısını dolduruyor. Yanında muhafızı Hüseyin var, bir de sonradan İzmir’in kırmızı fenerli garip bir sokağından getireceği bir 15’lik oğlanı daha…
Köyde üç Türk'ün üçü de sorunlu ama Kazancakis iğneyi bizimkilerden ziyade kendi vatandaşlarına batırıyor.
İşte Likovrisi köyü, işte devrin büklüm büklüm Anadolu irfanı:
Seyyar satıcı Yannakos...Eşeği olmadan sokağa adımını atmıyor, hayvan cenaze törenlerinde bile baş köşede...Civar köylerden mısır, yün, piliç alıyor. İçine hile hurda karıştırıp eksik tartıyor. Köy pazarında guguk kuşunu bülbül diye okutan yetenek...Heybesi her daim ekmek, zeytin, soğan ve şarap tutuyor. Çarşı pazarda en sevdiği adam Manolios…Dostunu görünce eli kalbine, dudağına, alnına kendiliğinden gidiyor. Köy baronlarından hoşlanmıyor. Onlarla karşılaşınca adam sendeciyi oynuyor.
Eşek Yusufaki...Hayvanın köyde girmediği delik yok. Ovada salınırken sıcak ahırını, içi su dolu yalağını özlüyor. Saman dolu heybesine ulaşmak için ilk fırsatta Yannakos’u üstünden atmanın hesabını yapıyor, sahibine göre ise dağları neşeyle deliyor.
Ladas Baba... İçinde ‘baba’ geçen köyün en pinti, en bitkisel ismi… Şarap, yağ ve un çuvallarının üzerinde oturuyor, kuruşa düşkünlüğü mide kaldırmıyor. İyi yaşamı para kazanmak sanıyor. İnsandan anlamıyor, köyün mert genci Manolias'ı "kusursuz aptal" olarak görüyor. Bu kısa perdelik yaşamdan anladığı şey çokça fırsatçılık, sinekten alabildiğine yağ çıkaran hoyrat pazarlık…Eğer zenginliğe ruhun üzerine binen bir yük deniyorsa Ladas omzundakilerle yerinden kalkamayan bir et-kemik yığını…
Kahveci Kostandis...Köy dedikodularının yapıldığı derin mekanın sahibi…Kahvehanesinde adaçayı dağıtırken yarım lokumu tam diye yutturuyor, kahveye nohut karıştırıyor. Merakı pis...Savaştan kaçan bedbaht Rumlar'ı dağ başında izlemeyi seviyor. Tarafını tutması gerektiğinde yerini hızlı bilenlerden: Güçlünün yanında varsa boş koltuk ara!.
Dul Katerina... Köyde henüz 20’sinde kocasız kalıyor. Yeni hayat kurmak, evlenip çoluk çocuğa karışmak istiyor. Ev eşiklerinde erkek avına çıkan esmer güzel Lenio ile aynı kaderi paylaşıyor. Ondan tek farkı tecrübesi… Yarı açık gömleğiyle köyün delikanlılarına bahçe kapısı önünde şehvet ciriti attırıyor. Bir gece coşup evin kapısını açmasın mı? Aklı başından giden köy, Türk-Yunan savaşını bile unutuyor.
Papaz Grigoris… Ne çileci derviş, ne İsa aşkına yollara düşen münzevi... Köyde keşiş ve biçare görmeye bile dayanamıyor. İsa'nın ikonaları altında tacir kokusu yayarken Matta 5'i okuyor, “Ne mutlu ruhta yoksul olanlara!” diye haykırıyor. Makamını korumak için dünyayla ters düşüyor ama zorba Ağa’ya gık diyemiyor. Yardım ederken pek düşünüyor, savaş mağduru Papaz Fotis’i içi bir türlü almıyor. İyi yiyor, çok içiyor. Belki onu en iyi, Trabzon limanına gidip gelen Kaptan Fortunas anlatıyor: "Bir eczane açtı, adını kilise koydu. Biri yalan mı söyledi? Al sana 3 gram İsa, şu kadar kuruş! Orada Tanrı'yı kiloyla satıyor! "
Yargıç Patriarheas.. Bağırsakları beyninden verimli çalışıyor. Göbeğinin üstündeki heybeye dünyaları sığdırıyor; tarlaysa tarla, çökülecek mal ise mal…Merhamet, adalet ve dürüstlük onun gözünde eski dünyanın bozuk mayası... 'Zorda kalana yardım' diyenlere bıyığını buruyor, dağa sürülen Fotis’e, “derviş tiyatrosu oynayan keşiş” diyor. Ama filtresiz kötülük üreten kalbin de var bir karşılığı...Oğlu Mihelis düşmanı oluyor, hayatının sarsıntını geçirtecek, sofradan yalnız başına ayrılacak kadar…
Mihelis…."Balı dışarıda, zehri içinde saklı oğul!.." Bunu baba söylüyor. Önce sahiplenemediği sevgilisi Mariori'nin ölümüyle sarsılıyor. Dağda, keşiş gibi yaşayan Manolias'ın yanında kendini iyi hissediyor. "Hiçbir şeyi olmayan birinin, bu hiçliği Tanrı için feda etmesi kolay!" diyenlere arkasını dönüp zengin ailesini, tarla tokat düşkünü babasını bir kalemde reddediyor. Kendine kalan mirası savaşta yerini yurdunu kaybedenlere hediye ediyor. Sen misin köyde tek kişilik toprak reformu yapan? Geldiği nokta: "İnsan görmek istemiyorum; ne iyi olanını ne kötüsünü, hiçbirini!.."

Süt ve saman kokulu Manolios... Nane kokulu dağların sarp adamı…İkonalardaki İsa’nın tıpatıp aynısı… Köye sadece pazar sabahları ayin için iniyor, kalabalıkta çabuk boğuluyor, kadın görünce hayvan oluyor. Gece kışkırtan isteklerden kaçtıkça daha da vahşileşiyor. O Anadolu'nun çileci dervişi… Adil olmayı önemsiyor, dar ağacına yürüyen cesaretiyle insanları peşinden sürüklüyor, tabii bir o kadar da düşmanını…Köyün istenmeyen Mesih'i sadece süt, saman değil baştan aşağı saf bir tutku kokuyor.
Cılız sesli Nikolos...Ne koyun, ne kurt...Ama kurdun ısırık aldığı, koyunların üstüne kustuğu güçsüz öğretmen…En istikrarlı işi Ağa’nın kokan şatafatlı hayatı karşısında kör talihine lanet okumak...
Berber Andonis…Saç kesiyor, diş çekiyor. Ağzından düşürmediği İlyas peygamber en ciddi müşterisi… Aziz İlyas şenlikleri zamanı geldi mi cüzdanı cebinde durmuyor. Festivalde üşütenler şişe, ağrısı olanlar diş çektiriyor ona. Tek içten duasını paraları tomarlarken ediyor: “Yüce Tanrım, her gün Aziz İlyas günü olsa keşke!..”
Papaz Fotis…Köyden olmayan ama köyü ters yüz eden adam…Savaştan önce İstanbul’da İlahiyat okurken bir Yahudi kıza aşık oluyor, Tanrı’yı unutuyor. Aşk acısıyla tanışınca yine aynı Tanrı’yla buluşuyor.
Anadolu’yu üç ay gezdiği dönemde altı arkadaşıyla koca Osmanlı’yı yıkmayı planlıyor, rakamla 6... Son kertede kendini Türk ordusundan kaçıp, çökmüş avurtlarıyla Rum köyünde ekmek dilenirken buluyor. “Düşene bir tekme de bizden”i en çok bu köyde hissediyor.
Savaşta din kardeşliği türküsü mırıldanıp boş midelere açlığı unuttursa da, “Biz içlerinde şeytanlar gizleyen insanlara iyi diyoruz. Hepimizin içinde ne cinayetler, ne utançlar kaynıyor” diyen ruhban Fotis...
Tabii peygambere sitemi unutmuyor:
“İki bin yıl geçti, insanlar seni hala çarmıha geriyor. Ne zaman doğacaksın, İsa?”
Böyle bir dönem 1920'ler…
Aynı mahallede nargileyi solumuş Türk’ü, Rum’uyla…
Keçiboynuzu, zeytin ağaçları...İnsan nefreti görmüş yabanarmutlarıyla…
Tarla hengamesi, ailece harman kalabalığı, bağbozumu heyecanı, sarhoş edici üzüm kokusu...
Koyunların böğründen melemesi, aşka gelmiş kaval sesleriyle…
Yağ lambaları altında kışın örgü ören kadınları, açık saçık fıkraları, utangaç kahkahalarıyla…
Basit düşünen, yavaş yaşayan çiftçileri…Kılı kırk yarmadan tarlaya koşturan bıçkın köylüleriyle…
Çanları, zangoçları, tütsüye doymuş buhurdanlarıyla…
Çınar altı kahvehanesine kavakların arasından esip gelen ezan sesiyle…
Pişkin köylü dedikoduları…Efendiler’i, Papazlar’ı, Ladaslar’ı, Ağalar’ı… Tavla atan, dul Katerina düşkünü delikanlılarıyla…
Adaleti silahlandıracağına inanan safdil dağ köylüleri…Konuşamayan yamaçları, çeşme başında öteye beriye koşan çocukları…
Ege’de ortak yaşamı özleyen biçareleri, 'durgun suya güven olmaz' diyen eski topraklarıyla...
Rum köyündeki Anadolu bu...
Hem Türk ve Yunan'la aynı anda savaşan,
Hem kendi yatağını arayan bizim sular...
İrfan her devir bu kadar mı tanıdık olur?

Comments